do not want

2

Bloga başlarken de dediğim gibi genelde media ürünlerine karşı beslediğim hisler biraz fazla güçlü kuvvetli hisler. Bugüne dek hep ayıldığım bayıldığım şeylerden bahsettim. Lakin bilinmez ki bir filme, bir aktöre, bir diziye ya da bir çalgı çengi topluluğuna da aynı şiddetle fakat ters yönde hisler besleyebilmekteyim ve tabi ki işin kötü yanıysa hiçbir şekilde bu hislerimin değiştirilmesine fırsat vermememdir. Dikkat çekmek istediğim nokta da şudur ki az sonra sayacağım özel isimlerden nefret etmemin genelde geçerli bir sebebi yoktur. How nice... You remembered. (Yukardaki fotoğrafın listeyle herhangi bir alakası yoktur. Sakin olalım.)

  • Fox Mulder (The X Files)
  • Lost
  • Julia Roberts
  • Laura Roslin (Battlestar Galactica)
  • How I Met Your Mother
  • Audrey Hepburn
  • Jeux D'enfants
  • Roberto Rosselini
  • Abby Lockhart (ER)
  • Ralph Fiennes
  • Woody Allen

Ben başka bir yerde böyle bir yazı okusaydım "onlar da sana bayılıyordu" diye söylenip stumble tuşuna tıklardım. Ama işte insan nerd olmaya görsün, tutamıyor kendini. Şu listeyi bir dakika içerisinde oluşturdum. Eğer biraz daha düşünsem uzar giderdi muhtemelen. Çok sevgi doluyum.

The Kids Are All Right

0

Uzun süredir beklediğim filmdir kendileri. Jullianne Moore, Annette Bening. Bu kadar. Komiklik şakalar filmde tabi.

Animasyon falan

0

Aslan Kral'la başladı her şey. Şu yaşa geldim hala animasyon, hep animasyon. Pixar uçmuş kopmuş bir bünye. Adamların çiziktirdiği her şeyi ağzım açık izliyorum. Yaptıkları kısa filmleri bozulmuş kafa yapımı düzeltmek için kullanıyorum zaten. Neyse efendim işte dün sabaha karşı da Toy Story 3'ü izledik. 10 yıldır beklenen filmimiz. Ne güzel iyi ki de beklemişiz dedim. Yani animasyon klişeleri mevcud falan fücük... İyi de ben yarıldım filmi izlerken sana nolüyür?

Serinin 3. filminde kahramanlarımız zzzzzzz.. Böyle anlatılmaz bu film. Üniversiteye gidecek olan Andy oyuncakları ne yapsam ne etsem kaygısına girdiği anda filmin konusunu oluşturan yolculuk başlıyor oyuncaklar için. Belki spoilerdır bu cümleden sonrası bir dikkat edin derim. Barbie ve Ken ikilisi harika olmuş filmde. Küçükken oynadığım bebeklerin canlanıp gözümün önüne koyulması bayağı bir eğlendirdi beni. Kafamda kurduğum her şeyi izledim, pek hoş.

Seslendirme zaten oturmuş artık, yeni karakterler de özenerek seçilmiş anladığım kadarıyla. İki üç satırlık bir replik için kimler kimler girmiş kadroya, bakınca görürsünüz. Güzel işte filmle ilgili her şey. Bir de sinemada izlenebilir üç boyutlu hemi de.

Notçuk: Shrek Forever After da ilaç niyetine alınmalıdır.

ER ( 1994 - 2009 )

0


15 sezonluk bir diziyi tutup da üç beş kelimeyle özetlemeyi planlamıyorum tabi ki... Korkulacak bir şey yok yani. Tatilin ilk günlerinde dizinin 4. sezondan başlayıp 11.sezona kadar şöyle bir bakayım dedim kim bilir kaçıncı kez. Hala pek şirin, pek güzel..

Beklenildiği üzere çoğu 8-9 sezonun üstüne çıkmış dizilerin son sezonları çok ilgi çekmez ilk sezonlarına kıyasla. ER için de aynısı elbette geçerli. Şahsen ben 9. sezondan sonra bile pek tahammül edemedim kendilerine. Asıl neden 10. sezonun çok kötü olması mıdır? Zannetmiyorum. Sadece ilk 6 sezonun ne kadar mükemmel olduğunu görünce geri kalan kısım o kadar da tatmin edici olmuyor. Genel geçer şeyler yazmak istemiyorum diziyle alakalı. Tamamen kişisel düşüncelerimi yazacağım. Kısacası bir "eleştiri" yazısı gelmeyecek. Evet.




Öncelikle pek sevdiğim, biriciğim Elizabeth Corday'den (Alex Kingston) başlamak istiyorum. Kendisi azimli İngiliz cerrahımız olarak 4. sezonda diziye katıldı. Pek bir güzel, pek bir karizma ablamız. Ailecek onu da seviyoruz. Baş hekimlerimizden Mark Greene (Anthony Edwards) tv ekranında görülebilecek en uyumlu baş kahramandır çoğu zaman. Pek çok doktorumuz, hemşiremiz var tabi dizide. Klasik bir hastane dizisi olarak ER da bünyesinde pek çok aşk meşk ilişkisini barındırmakta tabi. Lakin her bölümde gelen değişik hasta çeşitleri diziye asıl heyecanı veren etmendir. Yani hastane dizisinde bir şekilde bir yerden dramatize edilir konu diye düşünüyor çoğu insan lakin ki öyle değildir. 15 sezon öyle geçmez tabi düşünürsek.

Diyorum ki dizi arayışındaysanız ve ortalıkta gezen sci-fi çakması dizilerden de bıktıysanız bir başlayın derim. Zaten sararsa bir bakmışsınız sezon 8'in ilgili bölümlerinde kendinizden geçmiş bir şekilde ağlıyorsunuzdur. Sarmazsa da True Blood izleyin. 3. sezon ilk bölümü dün geldi bir yıl aradan sonra. Hala aynı mükemmeliyette.

Dönüş

0

Yarın 3. sınıfın son finaline gireceğim. Benim için bitmiştir yani milleti bilemem de...Belki de son tatilimdir bu. O da bilinmez... Lakin möthiş planlarım var önümüzdeki üç ay için. Son iki ayda izlediğim film sayısı 20 olunca bir utandım kendimden, bir gaza geldim. Benim gibi bir nerd için bu sayı az yani, değil mi? Yavaştan kııılasik muhabbetinden de çıkmaya başlayacağım çünkü bitirdik Bergman'ı da... Belki 10. kez X Files izlerim. Scully vardı unutmamak gerek. Belki de günde beş filme çıkarım yine. Kim bilir... Tabi en güzeli bunların hiçbirini yapamadan Paris'e gitmek olur... Ben Paris'i seviyorum lakin Paris'te geçen filmlerden hoşlanmıyorum. Neden ki? Saçmalamanın doruk noktasındayken bırakıp akışkan mekaniğine doğru yönelmek en iyisidir.

Dip not: Dönüş diye bir Türk filmi vardı. Türkan Şoray, Kadir İnanır... Pek severim.