The Silence of the Lambs

0

Dünkü gecenin daha doğrusu sabahın ikinci filmi oldu kendileri. Film defteri var bende. Her ay izlediğim filmleri yazıyorum işte. Asosyallik. Neyse işte dün Hannibal Lecter'ı 11. kez izlemişim defterin dediğine göre. Daha pek çok kez de izleyeceğim. Tek sorun şudur ki ben ne zaman böyle manyak bir kişilik oldum?

Şimdi yılların efsanesini oturup tartışmayacağım tabi burda. Kendileri ilk 5 listemdedir zaten. Şöyle bir gariplik var tabi. Ben filmi ilk izlediğimden bu yana yaklaşık 1.5 sene geçti. 20 sene filmden habersiz yaşamışım. Boş bir hayat olmuş. Hep kandırdılar abi beni. Şahsen Stephen King'in 'It' adlı kitabının sinemaya uyarlamasını 5 yaşında izledikten sonra korku filmi izlememiş bir insanım. Artık hangi mükemmel insanlar beni bu filmin korku filmi olduğuna ikna ettiyse nerde filmi görsem arkama bakmadan kaçmışım. Akıllı bıdık! İşte filmi argadaşlan izledik (Kendisi de anormal sayıda film izler). Oturup beş dakika birbirimize sövdük filmi daha önce niye görmedik diye. İşte böyle talihsizlikler oldu Lecter'la aramda.


Ben baktım Hopkins insanı gerçekten kırpmıyor gözünü konuşurken. Öyle yani. Yarım saatten az bir süre gözüküyorsun filmde. Ama bir kere 'That's incidental' ya da 'Clariiiiiiiiice' demene bakıyor ya benim ilkokul veleti tepkileri vermem. Benim karaciğerimi bezelye ve şarapla yiyebilirsin. Jodie Foster ile evlenirim. Yani beni böyle kabul ederse benim için bir sorun olmaz. Sadece gözleri oynuyor ablanın. Bir de dudak inceliyor. Ama Clarice Starling insanı insan değil. Sıpoylır: O kuzucukları anlatırkenki hali olsun, elin katilini karanlıkta kovalarkenki çaresizliği olsun, Lecter'ın içindeki güzelliği anlaması olsun... Tabi kendisi bir de Dana Scully ablamızı ekrana koyan Chris Carter için ilham kaynağıdır. O şekilde de ayrı saygı duyarız. Müzükçimiz Howard Shore olmasa bu kadar etkili sahneler olmazdı bu saydıklarım o da var. Koca spoylır: Lecter'ın iki gardiyanı biçerekten gerçekleştirdiği kaçıştaki müzikler olmasa hiçbir şeyin bir manası kalmaz gibin geliyor bana. Lav.

Tavsiyede falan bulunmadım. Şimdi yanlış anlaşılma olmasın. Şu yazıyı bulup da okuyan biri, bu vakte kadar filmi izlememişse geçerli sebepleri vardır diye düşündüm. Oldu ki gözden kaçtı, aman diyeyim.


Sıkıntılar

4
Saat sabahın 7'si. İnanılmaz sıkıldım. Dedim bari haftalardır manasızca yaptığım nerdlüğün bana kattığı şeylerin ne kadar saçma olduğunu ortaya yazıvereyim. Çünkü tek akıllı benim ya, ondan.

Bir kere Death Note adındaki animeyi izlemiş ve izlememiş insan beyinleri arasında hala fiziksel olarak bir fark olduğuna inanıyorum. Şöyle ki animeyi izlediğiniz zaman ister istemez beyninizin daha önce kullanmadığınız bilmem kaç gramlık parçasını kullanmak zorunda kalıyorusunuz. Ben 3. kez izlemeyi bitirdim diye övmüyorum yani. Bir izle. İzledikten sonra zeka fışkıracak kafandan. Biri küçükken öyle derdi. Neyse.

Sonra 'Emma Thompson kadını hem yetenekli, hem zeki hem bikbik..' diye ötüp durmaya hayatımın sonuna kadar devam edeceğimi bir kez daha bu viyoyu izledikten sonra anladım.

The Daily Show With Jon StewartMon - Thurs 11p / 10c
Emma Thompson
www.thedailyshow.com
Daily Show Full EpisodesPolitical HumorTea Party

Clint Eastwood'un hem yönetip hem de rol aldığı The Bridges of Madison County denen filmi 25. kez izlerken, 25. kere aynı saniyede ağlamam normal bir tepki değildir bana kalırsa. Bir gözlem daha eklemece: Meryl Streep güzel değil. Gözleri bitişik, elmacık kemikleri çıkık (bu özelliği aslında onu yegane kılanlardan biri), ağzı yumuk, küçük falan.. Ama beni ve kimi ne ilgilendirir. Kadın İtalyan aksanı yaparken inandırıyor ya İtalyan olduğuna. İnanıyorum ben şahsen kendim.

Son olarak da Soledad Villamil (El Secreto de Sus Ojos'ta Irene rolündeki güzel insan) ablamızın sesini bir dinleyin. Tangocuymuş kendileri. Bilindiği üzere az bulunuyor böyle kişilikler. Hem kendisi güzel, hem oynaması güzel, hem de sesi güzel. Bir garip. Ayrıca film de sağolsun ben İspanyolca öğrenmeye başladım. Filmin tüm repliklerini ve anlamlarını ezberleyince gerisi geldi zaten.

NERD!

El Secreto de Sus Ojos

0

Bundan öncesinde pek de güzel filmler tavsiye etmemiş ipir arkadaşım izle dedi Gözlerindeki Esrar adlı 2009 yapımı Oscar'lı Arjentin filmini. Üç gün önce falan edinmiştim filmi. Duruyordu bilgisayarda. Bugün sordum ipircike. 'Onu izledim, bunu izledim, Dark Knight bile izledim sonunda.. Bugün ne izleyeyim?' İyi ki sormuşum. İyi ki.. Benim kafa nerdeymiş bugüne kadar diye hayıflanıyorum son bir saattir. Filmin içeriğiyle ilgili bir şey yazasım yok şu an. Çünkü biliyorum ki yarın 3. kez, ertesi günü 6. kez izlemiş olacağım filmi. Bir filmden ancak tekrar tekrar izleme isteğim geçtiği anda bahsedebiliyorum içerik olarak.

Bir adet The Remains of the Day sendromu bu. Hareket eden resimlerden bekleyebileceğim her şeyi verdi bana bu film. Kelimelerin oyun dışı bırakıldığı, gözlerle anlatılan bir aşkı yanında yedek oyuncu olarak getirmiş inanılamayacak kadar çarpıcı bir gizem. Oyuncu abilerim ve ablam. Siz nerdeymişsiniz de ben sizi görmemişim diyorum. Abla da ahım şahım bir güzellik yok lakin ki nerden gelmekte o çekici bakışlar, o gülümseme hiçbir fikrimiz yok. Abideki mavi bakışların da yardımıyla öne çıkan karizması..

Son on yılın en güzel filmini falan arıyorlar ya orda burda.. 'Abi dur, bulduk işte, sakin olun.. Nolan'ı da rahat bırakın. Burda abi son on yılın en iyi filmi.. Abi bir saniye..'

İzle. Kesin ve net.

Sinemaya gitmek

2



Bu gerçek bir yaşam öyküsüdür. Aylık izlediğim film sayısı anormal doğa olayları gerçekleşmediği sürece genelde 30-40 arası değişir. Fekat yılda sinema salonunda izlediğim film sayısı ben diyeyim 4, sen demek istersin 5 ... Abartı yok, şahitlerim var. Şimdi nerden açıldı derseniz konu Inception'ı izlemeceden geldim az önce evime. Ben ki Dark Knight'ı izlememek için hala direnen bir canlıyım, Inception'a hiç sorgu sual yapmadan gidiverdim. Imdb'ye 3 nomerodan girmiş dediler tabi, duramadım yerimde. Kısaca fikir de belirtelim filmle alakalı; şahsen lucid dreaming muhabbetiyle yakından ilgilendiğimden ötürü kurgu ilk dakika içerisinde beni hapsetmeyi başardı. Bir adet #3 filmi olmasa da izlenmeli sinemada. Ayrıca artık Hans Zimmer hangi filmin müziğine el attıysa izleyeceğim. Oyuncu takibinden sonra Zimmer takibine de başladım. Onun dışında 'Nolaaaaaaaannn, beni sevvvvv' tarzı bir tepki göstermedim film bittiğinde.

Gelelim asıl konumuza. Sinemaya gitmeyi sevmiyorum ben. Sevemiyorum. Geçen senelerde gittiğim filmlere baktığım zaman bir filmi sinemada izlememin tek nedeni Emma Thompson'ı ya da Anthony Hopkins'i büyük ekranda izlemek olduğunu gördüm. Yani öyle büyük ekran, sesler, efektler pek ilgimi çekmiyor. Odamdaki 51 ekran Grundig tv ve kafam büyüklüğündeki kulaklıklar gayet işimi görmekte. Ben zaten annemle falan televizyon izleyemeyen bir çocuktum küçükken. Başka biri odaya girip benle beraber tv izlemek için oturmaya yeltendiği zaman, televizyonun uzaktan kumandasını usulca sehpaya bırakır kaçardım. Çok şükür ki artık televizyonla ilişkim kalmadı. Yani demek istediğim bilmem kaç kişiyle aynı salonda oturup film izlemek pek huzurlu bir şey değil benim açımdan.


Sinemada ilk izlediğim film Aslan Kral'dı. Belki ordaki antilopların da bir etkisi olmuştur tabi. Bilemedim.