DOWNTON ABBEY!

0



Diziler konusunda artık ön yargılarıma o kadar çok güveniyorum ki o kadar çok... Downton Abbey adlı dizi denen garip şeyi orada burada gördüğümde 'Asil İngiliz aile dizisi len, her koşulda götürürüm ben bunu' şeklindeki düşüncelerimle aylar öncesinden edinmiştim. Götürmek ne kelime! İki günde yaladım yuttum 3 sezonun hepsini. The Remains of the Day, Bleak House ve Jane Austen romanları karışımı.. Benim için yapmışlar lafını daha güzel bir yerde kullanamazdım muhtemelen. 

Abi neler neler? Hangi birinden nasıl başlasam. Uzun süre sonra bu kadar istekli, bu kadar içten bir yazı yazacağım için o keeedar mesudum ki azizim. 1910'lar, Yorkshire, London. Zaten bu kadarı yetiyor bana. Babadan, sülaleden kalma; akla hayale sığmayacak denli paralarla yaşayan asil bir İngiliz ailesi. Aile ve hizmetkarları aslında. Downton Abbey adlı köşkümüzde dönen entrikalar, oyunlar, sevdicekler.. Ya ben aslında oyununda, entrikasında değilim galiba. Beni 'Your Ladyship, mi'lord, mi'lady' ler içine çekiyor. Zaten İngiliz aksanı hayranı olan birine bir de böyle isim tamlamalarıyla geliyorlar. Mest olup gidiyorum. 

Mr. Bates gibi kocam olsun, yedi dübele borcum olsun der ve en sevdiğim karakter hikayemle başlarım. Karizmatik, zeki ama disturbed karaktermiz dizideki. Sen gel, bir gel la.. Hani adamın kendisi yetmiyormuş gibi dünya tatlısı Anna'yı da yanında veriyorlar al sana ikili yaptık diyerekten. Yan karakterin yan karakterleri belki ama umrum değil. Bir adet Mr. Carson ve Mrs. Hughes için bana diyorlar ki al bak The Remains of the Day de tadına varamamıştın gizli sevginin, al sana 2012 versiyon Mr. Stevens - Ms. Kenton ikilisi veriyoruz. Sağolun, varolun. Mr. Carson'daki İngiliz uşak asilliği, işine her şeyden çok olan bağlılığı şaşırtmayan cinsten lakin ki daha önce hiçbir yerde görmediğim şey ise böylesine asil bir uşağın duygusallığı ve bunu yeri geldiğinde insanlara göstermesi. Hepsi bir yerde. Bunları veriyorsun, yanına bir de  Maggie Smith'i her seferinde zeka dolusu laflar sokan, bir o kadar da kara mizah anlayışı mükemmel olan Granny rolüne oturtuyorsun. Beklemediğim bir şekilde çok güzel bir kara mizah var ama dizinin genel akışında. Bahsedemediğim karakterlerin hepsine de itinayla işlenmiş.

İlk sezon ilk bölüm alıştırma ama ikinci bölümden itibaren olayın içine doğrudan daldırıyor seni. Savaşla beraber ikinci sezon hararetli bir şekilde biterken Christmas Special bölümüyle en güzeli başına geliyor. Üçüncü sezon allak bullak olmuş kafayla eriyip gidiyor. Ahanda oldu len, tamam len, dediğiniz anda hoppa yeni bir twist, yeni bir engel şeklinde geçip gidiyor anlayacağınız üzere. Aralık sonunda yine özel bölüm var. Daha nasıl güzel olabilir kiiiieeeeaaa sorusunun cevabını lapsss diye alacağım gibi. 

Yarın nöbet iznimi diziyi hatmetmek için kullanacağım. O değil de araya Behzat Ç giriyor, bende iyice bir kültür şoku. 'Nabıyonuz lan?' dan 'Dinner is served, your lordship' e geçince sıkıntı oluyor az biraz. 
İzle.



Champs-Elysées

0

DVD saplantımla Paris aşkımı ahanda bu boxsetle birleştirdim. Paris'in yeri o kadar büyük ki ben de günler boyu manalı bir şeyler aradım almak için. Champs-Elysées'deki Virgin'de kendimi kaybetmişken sağda solda her yere saçılmış BSG'yi gördüm. Arkasına önüne bakmadan bir tane kapıp kasaya gittim. Oldu bence.

"..we have arrived at Earth.."

ABOUT TIME!

0


Sonunda oldu. Elalemin çektiği fotolara bakmayacağım artık. Ben ÇEKTİM lan bunu.
Kedi canını Eiffel.

Her şey olur

0

Behzat Ç. forumuna döndü blog biliyorum ama anlayın halimden. Savcının otopsi raporundan bahsedilen bölümler gösteriliyor televizyonda.

Bu şarkı da malum sahnede çalmıştı. 4 ay boyunca sahneyi izlemeyi reddetmiştim. Tabi yeni sezonun ilk bölümünde  sezon finali özetini tekrar tekrar gözümüze soktular. Kabullenme durumları belirdi. Sonra şarkıyla yüzleştim. Yüzleşmez olaydım. O ne la?

Baştan izliyorum diziyi. Önümde savcılı 69 bölüm var. Mesudum.
Canan.

" Ve elimde bir cinayet, kalbimde kan lekesi. "

Yürü git lan.

Korkuyorum Mary

0


Bir hafta kala kafayı yemek üzereyim. Korkuyorum lan bildiğin izlemeye. Zaten Cuma günü konseptiyle yerle bir olduk. O ne lan? Pazar akşamlarında mal gibi Pazartesi sabahı çilesini mi bekleyeceğim?
Kafam bozuk. Fragman da çıkmasın. Savcısız fragmanı bırak diziyi neyleyim?

Çok korkuyorum Mary.


Budur!

0

DVD koleksiyonumun yarısını duvara yapıştırdım. Bildiğin yapıştırdım yeşil faber castel hamurlarıyla... Temizlik sonrası çok fena gaza geldim. Birden oluverdi. Boxsetlerin ağırlığı çekmedi yalnız.
En orta en tepeye dikkat çekerim.

Savcım

2

 
VHS kasetlerine kayıtlı Şehnaz Tango bölümlerim var. 1998 yılında ilkokul 4. sınıfa giderken sabahçıydım. 10 yaşındaki çocukların gece 12'ye kadar bir diziyi izlemesi genel olarak aileler tarafından hoş karşılanmadığı için, Şehnaz Tango bölümleri annem tarafından kasetlere kaydedilirdi. Ertesi günü öğlen okulda çıkıp, öğle yemeği eşliğinde kaydedilmiş bölümler tarafımdan tek bir solukta izlenirdi. Abi 10 yaşındasın.. Şehnaz Tango'dan maksimum ne koyabilirsin o CAN Matematik dergilerinin doldurduğu kısımlardan artan kalan boşluklara? İlk hayranı olduğum aktris de bu hikayenin akabinde Perran Kutman olmuştur. Geri kalanlarsa aşağılarda yazılı malumunuz..

Aylar sonra yazıyorum buraya. Çünkü 14 sene sonra Şehnaz Tango niteliğinde yerli bir dizinin sezon finalini izledim dün gece. 14 sene sonra Behzat Ç ye vuruldum. VHS yerine harici diskler falan tabi bu sefer, gereksiz ayrıntılar. Evet, bahsettim önceden bu sapıklığımdan kısaca da olsa. Ama dün gece o sezon finali.. Bu sefer tek başıma izledim geçen seneki finalden farklı olarak. Ama yine ayakta izledim. Yine oturamadım, tırnaklar yine heba oldu. Gerçekçilik, oyunculuk, kurgu falan ne bileyim ben artık izlediğim şeylerde beni neyin niye bu kadar fazla etkilediğini aramaktan sıkıldım. Orada bir düzenbazlık falan bir şeyler karışıyor işte anlayamadım. Emrah Serbes abimiz, iyi ki varsın dedik, Pazar sendromu kalmadı dedik, biz neyi konuşuyorsak, nasıl muhabbet ediyorsak aynen ekrana koydun getirdin dedik, Erdal abimizi daha güzel sunamazdın dedik, bana Elvin Beşikçioğlu'nu en güzel şekilde ekranda izletme fırsatını verdin, sağol varol dedik, hangi olaya muhalefetsek haftasında topluma gösterdin bütün riskleri alarak dedik, olmadı ama... Belki de oldu gerçi, erken konuşuyorum. Ama konuşmam lazım. Büyük yazarsın, bunu da bir yerden döndürürsün diye umuyorum dün geceden beri. Ama bazen çok büyük bir yazar olmandan da korkuyorum. En güçlü karakterini edebi bir şekilde yok etmekten çekinmemenden korkuyorum. Savcım yazmaya bile çekiniyiorum şu anda. Serbes ile karşılıklı otursak 3 saat boyunca anlatabilirim neden olmaması gerektiğini. Canan Ergüder 2 sene içerisinde o kadar büyüdü ki gözümüzün önünde. Hemen ilk bölümü açıp izleyebiliyoruz artık. Farktan şüpheniz varsa ilk bölümdeki Atakule dibindeki dialogu izleyiniz. En basit nedenlerden birisi Canan Ergüder. Bir Türk izleyicisi olarak uzun soluklu Türk dizilerinde - ki bu Türk dizileri için 2 sezonu aşanlarda geçerlidir- alışkın değiliz bu kadar güçlü kayıpların verilmesine. Önümüze sunulmuş bayatlıktan gözümüzü açamadık pek. Hakikaten saçmalıyor olabilirim de yani elden gelen bir şey yok saplantı bendeki. Dizi de geç değil. Eser, sanat ne bileyim işte... Alınıyor insan, benimsiyor, bağdaştırıyor, kendi hayatından sıyrılıp o dünyada yaşarken buluyor kendini en rahat kaçış bu olduğu için.
İç dökme safhasını geçip, öz, forum yazısına geçecek olursak:  SAVCIAAAAAAĞĞ!!!!! Sahneyi izledim, bağırdım, bir yerime oturdum... Reklam girdi. Son sahne, ölüp ölmediğini anlamadık, tamam dedim. Reklamdan sonra sezon finaline istinaden kaldığı yerden devam etti. Akbaba kafasını iki yana salladı. Bitti dedim güzelim dizi, işte bitti benim için. 2 sene izledik, eğlendik, üzüldük iyi oldu falan, yenisi gelir, fişman.. Sonra ayıldım. 30. bölüm bunun için miydi?
- Sen niye ağladın?
- Geçti gitti boşver.
- Cık cık cık.. Sen niye ağladın?
- Behzat, sen akıllı bir adamsın. Ama konu kadınlara gelince biraz salaklaşıyorsun galiba.
- Heaaa?

Böyle devam ettiririm ezberimden falan, sapığım genel olarak. Ne dümenler dönüyor kafamdan, ne hayaller, ne umutlar.. Türk dizisi Behzat lan, Emrah da klasiktir, olur belkim şeklinde. Canan Ergüder'i izleyemeyecek olmama mı üzüleyim, diziyi kaybettiğime mi üzüleyim, bir daha eski bölümlere bile bakamayacağıma mı üzüleyim, savcılı fragman göremeyeceğime mi üzüleyim? Heyhat...

Sayın Serbes, sana çok pis laflar hazırladım kısacası. Mümkünse dile getirmek isterim.
Canan Ergüder, Seni Kalbime Gömdüm'ün galasında kolunuzdan çekiştirip "kızım şehir dışında, onun için fotoğraf çektirebilir miyiz?" diyen kadın annem, fotoğrafı çeken de abimdi.  Biz de mal gibi çalışıyorduk işte şehir dışlarında.

Saygılar.