Yine ve belki de son kez ders mers karmaşası içine girerken bir daha bu kadar bol vakti bulamam diyerekten artık uzun süredir yazmak istediğim ' Ingrid Bergman neden annem olmalıymıştı? ' temalı yazıyı yazıvereyim dedim.
Kendileri 1915 yılında İsveç'te bu dünyaya şeref vermişlerdir. Annesini küçük yaşta kaybettikten sonra fotoğrafçılıkla geçimini sağlayan babasıyla mutlu mesut bir çocukluk yaşamıştır. Lakin ki gençlik yıllarını göremeden babası da hayata veda etmiştir. Teyzesiyle kalan Bergman babasından da vakti zamanında almış olduğu destekle tiyatro okuluna seçilir. Böylece oynadığı filmlerdeki karakterlerin hayatlarından çok daha dramatik olan kariyerine başlamıştır Bergman.

Ben yine yazımızın ana kişisiyle olan tanışma hikayemizi anlatayım. Klasik hollywooda başladığım ilk gün. Annemin de ısrarlarıyla arka arkaya Gone with the Wind, Doctor Zhivago ve Casablanca'yı izledim ki 3 film toplamda 9 saatimi aldı. Kafa her ne kadar allak bullak olsa da bu 9 saat sonunda Bergman bir ayrı yer etti kafamda Casablanca'daki Ilsa Lund rolüyle. Casablanca'yla alakalı obsesif düşüncelerime daha önceden yer vermiştim. Bu düşüncelerin oluşmasındaki yegane sebeptir muhtemelen Bergman. Casablanca'dan sonra başladık tabi yeni bir insan yeni bir filmography hayat tarzımıza. Notorious, For Whom to Bell Tolls, Indiscreet sırasıyla izlendi ve devamı da akabinde geldi. 1 ayın sonunda Bergman'ın yer almış olduğu her şeyi izlemiş bulunuyordum. İnanılmaz güzellikle buluşan tarif edilemeyen bir yetenek sentezi olduğuna karar verdim kendilerinin.
David Selznick İsveç'ten gelmiş bu uzun boylu, utangaç ama bir o kadar da tatlı genç kızla ne yapması gerektiğine karar verirken epey bir zorlanmış. Karar verdiği ve üzerinde durduğu tek şeyse Bergman, İsveç'ten nasıl geldiyse öyle kalacaktı. Selznick belki de büyük bir risk aldı ama 1930'ların sonlarındaki hollywood için yenilenmesi gereken şeyler olduğunu ve bunlardan birinin de doğallığa olan özlem olduğunu düşünmeyi tercih etti. Sonuç olarak Bergman'ın ne ismi, ne yüzü, ne de saçı değişmişti kendisinin ilk hollywood filmi olan Intermezzo'yu çekmeye başlarken. Hollywood kariyeri hızını kesmeden yukarılara tırmanmaya başladı Bergman'ın. Garbo'dan sonra yine bir

İsveç'li Amerikalıları mest etmişti şüphesiz. Casablanca'yla doruk noktasına ulaştı ve Gaslight'la aldığı oscar heykelciğiyle uzun bir süre orada kaldı. Hitchcock evresine girdiği zaman ise dünyada en fazla tanınan film aktrisi ünvanını almıştı bile. Hitchcock'la aralarındaki ilişki tabi ki oyuncu yönetmen ilişkisinden çok daha ileri bir safhadaydı. Beraber çektikleri üç filmde de ( Notorious, Spellbound, Under Capricorn) birbirini daha iyi tamamlayabilecek iki insan olamayacağını gözler önüne serdiler. Hitchcock Joan Fontaine'den sonra şüphe duymaksızın yeni başrol oyuncusunu benimsemişti. Bu üç filmle artık kendini aşan Bergman'ın o vakitlerde tüm dünyayı sarsan kararları alması ise Open City'i sinemada izlemesiyle başladı. İtalyan yönetmen Roberto Rossellini'nin yönettiği bu savaş filmi Bergman'ı çok derinden etkilemiş ve Rossellini'nin diğer filmlerini izledikten sonra da bu derinden etkileniş daha da iz bırakmıştı ve sonunda olan olmuş Bergman Rosselini'ye burada daha önce yazdığım mektubu yollamıştır. Rosselini'den de kaçar mı? Dünyanın en ünlü yıldızı gelmiş benle film çek diyor (kendisine inanılmaz kızgınımdır. Bergman'ın çekebilme ihtimali olan en az 10 filmi bizden alıkoymuştur). Böylelikle ikilinin ilk filmi Stromboli için küçük bir adada çekimlere başlanıyor. Lakin ki sadece film çekimleri değil dünyayı sarsan bir aşk da başlıyor bu adada. Bergman'ın Amerika'da yaşayan kocası ve çocuğu tabi ki durumun bu kadar önemli hale gelmesinde büyük bir etken. Bergman sevdasından vazgeçmediği gibi bir de evlilik dışı çocuk gelince bu ilişkiden, ne basın kalıyor ne de hayranlarından biri Bergman'ın Amerika'ya geri dönmesini isteyen. Sürgün hayatı yaşayan Bergman'ın İtalya dönemi beklenildiği üzere iç karartıcı geçiyor. İkili pek çok film yapsa da Viaggio in Italia haricindeki yapımların hiçbiri vasatı geçemiyor. Bergman için bu karanlık dönemin oluşmasındaki en büyük etkense Rossellini'nin Bergman'ın başka yönetmenle çalışmasına izin vermemesidir doğal olarak. Tabi 1950'lerin sonuna doğru bu evlilikte parçalananlar arasında yerini alıyor ve Bergman yeni

sinemalarla ve tiyatro oyunlarıyla önce Avrupa'da tekrar kendini gösteriyor ve daha sonra Anastasia filmiyle 2. Oscar'ını alarak tekrar Amerika'daki hayranlarının gönlünü kazanıyor. Benim için bu skandaldaki en üzücü sahne ise Bergman'ı bu olaylar boyunca Ernest Hemingway ile beraber tek destekçisi olan uzun ömürlü arkadaşı Cary Grant, Bergman'a verilen Oscar'ı almak için konuşma yaparken, Bergman'ın bu konuşmayı ağlayarak İtalya'dan dinlemesi olmuştur muhtemelen. Hollywood'a dönüş yaptıktan sonra hiçbir şey değişmemiş gibi davranmıştır herkes Bergman için. Tiyatro sahnesinden de inmeyen Bergman yaşına göre ortalamanın üstünde yapıtlarda yer almıştır. 1974 yılında Murder in the Orient Express'teki 15 dakikalık rus ajan rolüyle 3. Oscar'ını aldıktan sonra uzun yıllardan beri beraber çalışmak istediği Ingmar Bergman'ın Autumn Sonata'sında ana dilinde inanılmaz bir performans sunmuştur. Kariyerine ise A Woman Called Golda televizyon filmiyle son vermiştir. Uzun bir süredir savaştığı kansere yenik düştükten bir iki hafta sonra ise Golda rolüne layık görülen Emmy ödülü kızına verilmiştir.
Bergman böyle bir hikayedir. Kendisinin üç dilde yazdığı biyografisini okurken 'yuhh, öehh, amannn' tarzı ünlemlerden kaçamadım tabi. Biyografide mektuplardan, günlüklerden alıntı yapıldığı için inanılmaz derecede etkiledi beni. Bu kadar beğendiğim, bu kadar taptığım bir oyuncunun hayatını, sorunlarını kendi cümleleriyle okumak...
Gelelim asıl olayımız olan film tavsiyelerine. Şimdi tabi Casablanca Bergman'a başlamak için mükemmel bir nedendir. Bir adet 'you are very kind' der, ölürüz, biteriz. Hemingway, Bergman'ı özel olarak istediği For Whom to Bell Tolls tabi ki kitabı okuyanlar için ayrıca tavsiye edilir. Onun dışında Notorious bir Bergman - Hitchcock - Grant başyapıtıdır. Indiscreet, Grant - Bergman ikilisinin romantik komediyle bile mükemmeliyetten taviz vermediğinin kanıtıdır. Anastasia ise senaryo açısından çok güçlü olmasa da Yul Brynner'ın da inanılmaz performansıyla birlikte oyuncu izlemece eylemi gerçekleştirebilirsiniz.
Bu kadar yazının ardından bir adet Casablanca izeleyeceğim yüksek müsadenizle.
Cheers.

“I've gone from saint to whore and back to saint again, all in one lifetime.”
No Response to "Ingrid Bergman çok şükür!"
Yorum Gönder