The Remains of the Day (1993)

0

Gecelerden bir ÖSS arefesi, beş yıl öncesi. Saat olmuş 3:00. Uyuyamadık tabi nedendir bilinmez. Açtım televizyonu; yeşil tepelerin arasından ortaya çıkan inanılmaz güzellikteki köşkün görüntüsüne takıldı benim gözler. The Remains of the Day'e başlamışım meğerse. Film bitti. Akılda ne sınav var ne başka bir şey. Öyle tavana baktım. Böyle tanıştık biz bu filmle. Şu güne kadar kaç kere izledim gerçekten en ufak bir fikrim bile yok. Ama filmler ve Emma Thompson konusunda bu kadar takıntılı bir kişilik olarak ben bu film için hayatımda görüp görebileceğim en iyi hareket eden resimler topluluğu diyebiliyorsam eğer, bunun arkasındaki nedeni de açıklamak gerek tabi.

Bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi -- film demeye dilimin varmadığı bu mükemmel bişi dile getirilemeyen aşkların mihenk taşıdır benim için. Kazuo Ishiguro'nun aynı adlı kitabından Merchant & Ivory yorumuyla bize sunulmuştur. Filmimiz 1960'ların İngiltere'sindeki Darlington Hall'da uşaklık yapan Mr. Stevens'ın (Anthony Hopkins) bu köşkteki 30 yıllık servis hizmetinin en önemli anılarını anlatmaktadır bize. 30 yıl arasında gidip gelen flashback sahneleri bu konuda bize yardımcı olmakta. Ms. Kenton'ın (Emma Thompson) bu saray yavrusuna hizmetçi olarak alınmasıyla başlar flashbackler. Filmi derinlemesine anlatmak istemiyorum. Gerçi hiçbir filmde anlatmak istemiyorum. Herkes kendisi görsün, yorumlasın derdindeyim. Toplu bir anlatım yapmak gerekirse, Mr. Stevens'ın işine olan bağlılılığı (1930lardaki bir İngiliz butler olarak) ve buna bağlı olarak da görmezden geldiği önemli hususlar 134 dakikayı doldurmaktadır. 1930 Almanyası'nın Avrupa'daki etkisi ve sonuçları, dile getirelemeyen bi romantizm bunlardan birkaçıdır sadece.


Buraya kadar yazdıklarım filmi görmüş ama izlememiş garip insanları ilgilendirmektedir. Bundan sonra yazacaklarım ise benim bu filme aşık olma nedenlerimden oluşmaktadır. Dikkat çekmek isterim: Spoylır. Öncelikle Emma Thompson ve Anthony Hopkins demek istiyorum. Nasıl bir ikili olduklarını 1992 yılında yine bir Merchant & Ivory filmi olan The Howard's End ile gözümüze sokmuşlardı. Abartıysa abartı. Bu ikiliden öte insan tanımıyorum, tanımayacağım. Filmimizdeki Mr. Stevens ve Ms. Kenton karakterleri 30 yıldır hakkında tek kelime bile edilmemiş bir aşkın içindedirler. Kelimelere gerek kalmamıştır aslında. Üst tarafta görülmekte olan kitap sahnesini 23423. kez izleyişimde bile tansiyonum hala fırlamaktadır. Hopkins'in Thompson'ın dudaklarına odaklanmış bakışı, inatla kitabı bırakmayışı... Bunu yürekten beyan ediyorum ki bu sahne çekilmiş ve çekilecek en güzel sahnedir film sahalarındaki. Nokta. Bir adet Chinaman için edilen kavga ve Hopkins'in inatla aynı ses tonunda yüzlerce cümle sarfetmesi. Bir adet 'I'd be lost without her' cümlesinin Mr. Stevens tarafından Ms. Kenton için dile getirilmesi. Mr. Stevens'ın yüz yıllık şarabı kırması (verebileceği en büyük tepkidir film içerisindeki) ve akabinde göz yaşları içinde boğulan Ms. Kenton'a 'salon kapısının yanındaki biblonun tozu alınmamış günlerdir, ilgilenmeniz mümkün olabilr mi?' demesi ve biz normal seyircilerin çıldırması. Son olaraksa 30 yıl sonrasında bile bizden esirgenmeyen otobüs arkasındaki veda sahnesi. Teşekkür ederiz Merchant ve Ivory amcalarımıza.

Filmle ilgili anlatmak istediğim o kadar ayrıntılı parçalar var ki aslında. Gece boyu durmadan yazabilirim gibi. Ama en sevdiğim, en tatlı ayrıntıyı paylaşacağım sadece. Flashback görüntülerinde görürüz ki Mr. Stevens ve Ms. Kenton akşamları buluşup ertesi gün yapacakları işlerden bahsederler. Sıcak çikolatalarını içerlerken tatlı tatlı sohbet ederler. 30 yıl sonrasında buluştukları ve iskelede oturdukları sırada birden ışıklar yanar hava kararmakta olduğu için ve insanlar mutlu mesut olduklarından mütevellit alkış tutarlar, heyecan, sevinç vs. Ms. Kenton (Mrs. Benn tabi artık) da insanların neden akşam olduğunda bu kadar mutlu olduklarını hiçbir zaman anlamadığını söyler. Bu cümleyi sarfettiği anda Hopkins'in suratındaki ifadeye, gözlerindeki bakışa dikkat etmiş olan bir kimse bence artık film endüstrisinin daha öteye gidemeyeceğini anlamıştır.

Bugüne kadar 'bana film tavsiye et' cümlesiyle yaklaşan kimselere verdiğim ilk öneri olmuştur The Remains of the Day. Her seferinde Mr. Stevens'a en ağır küfürler layık görülmüştür tabi. Yeri gelmiştir hep birlik izlenip hep birlik küfür edilmiştir kendilerine, o asil uşağımıza. Hopkins'in etkileri demekteyim sadece. Bloga azcık göz atmışlar bilir Emma Thompson düşkünlüğümü. Bu filmle doruklara çıkmıştır muhtemelen takıntım. İnanılmaz işler başaran, inanılmaz zeki bir kadın kendileri. Görmeye ihtiyacınız olan hangi duygu varsa hepsini yüzüne yansıtabilmeyi başarmıştır bu filmde de. DVD'de yer alan yorumuyla filmi izledikten sonra zaten uzun süre iletişim kuramadım etrafımdaki insanlarla.

Bu filme aşığım, ölüyorum, bitiyorum. Tek ricamdır; önümüzdeki günlerde soracağınız 'ay çok sıkıldım, napsam?' adlı sorularınızın ilkinin cevabı bu filmi izlemek olsun. İzledikten sonra da gelin hep beraber dertleşelim, sinirlenelim, küfür edelim, ağlayalım, sızlayalım. Benim tek emelim budur bu yazıyı yazmaktaki. Evit.

No Response to "The Remains of the Day (1993)"

Yorum Gönder